Bayan Darling her şeyi düzenli yapmaktan hoşlanırdı; Bay Darling'in ise aynen komşularına benzemek gibi bir tutkusu vardı. Bu yüzden, bir dadı tutmuşlardı. Yoksul olmalarından ve çocukların içtiği sütün miktarından dolayı, bu dadı Nana adlı Newfoundland cinsi titiz bir köpekti. Darling'ler onu işe alıncaya dek Nana'nın hiç sahibi olmamıştı. Bununla birlikte, her zaman çocuklara önem vermişti. Darling'ler onunla Kensington Bahçeleri'nde tanışmışlardı. Köpek, boş zamanının çoğunu orada geçirir, bebek arabalarını gözetlerdi. Evlerine dek izleyip, hanımlarına şikâyet ettiği dikkatsiz bebek bakıcıları ondan nefret ederlerdi. Nana bulunmaz bir dadı olduğunu kanıtlamıştı. Banyo zamanlarında o kadar titizdi ki! Bakımlarını üstlendiği çocuklardan biri geceleri en ufak bir çığlık atmaya görsün, hemen ayaklanırdı. Kulübesi de çocuk odasındaydı elbet. Öksürüğün normal sınırını aşıp da boğazın sarılması gerektiği zamanın geldiğini anlama konusunda bir dâhiydi. Ölünceye kadar ravent bitkisi yaprağı benzeri modası geçmiş ilaçlara inandı; mikroplar vs. hakkındaki yeni türeyen fikirlere karşı, küçümseyici sesler çıkarırdı. Çocukların onun eşliğinde okula gidişini görmek, yol yordam açısından ibret vericiydi. Terbiyeli davrandıklarında yanlarında sakin sakin yürür, yoldan çıkarlarsa kafa atarak onları tekrar sıraya sokardı. John'un futbol günlerinde bir kere bile çocuğun kazağını unutmaz, yağmur yağma olasılığına karşı genellikle ağzında bir şemsiye taşırdı. Bayan Fulsom'ın okulunun bodrum katında, dadıların beklediği bir oda vardır. O dadılarla Nana arasındaki tek fark, dadıların banklarda oturması, Nana'nın ise yere uzanmasıydı. Dadılar, toplumsal konum bakımından Nana'yı kendilerinden aşağı görerek onu önemsemiyor-muş gibi davranırlar, o da onların sudan sohbetlerini küçümserdi. Nana, Bayan Darling'in arkadaşlarının çocuk odasını görmeye gelmelerine kızardı; ama gelecek olurlarsa önce Michael'ın önlüğünü çıkarır, çocuğa mavi kordonlarla süslü önlüğünü takar, Wendy'nin üstünü başını, John'un da saçlarını düzeltirdi.
Hiçbir çocuk odasının bundan daha düzgün yönetilmesi mümkün değildi. Bay Darling bunu bilirdi bilmesine; ancak yine de komşuların ileri geri konuşup konuşmadığını merak eder, huzursuz olurdu bazen. Kentteki konumunu göz önünde bulundurmak zorundaydı.
Nana, Bay Darling'i başka bir yönden de huzursuz ediyordu. Bay Darling, zaman zaman Nana'nın kendisini beğenmediği duygusuna kapılırdı. Bayan Darling, 'Seni çok beğendiğine eminim, George,' diyerek kocasının içini rahatlatır, sonra da babalarına özellikle nazik
davranmalarını işaret ederdi çocuklara. Bunun ardından neşeli danslar gelir, bazen tek hizmetçileri Liza'nın da dansa katılmasına izin verilirdi. Liza, işe alındığı zaman on yaşını çoktan geçtiğine yemin etmiş olmasına karşın, uzun eteği ve hizmetçi kepiyle cüce gibi görünürdü. Ne gürültülü patırtılı şenliklerdi onlar! İçlerinde en neşelisi de Bayan Darling'ti. Parmaklarının ucunda öyle hızlı dönerdi ki, öpücüğünden başka bir yerini göremezdiniz. O anda birden üstüne atılmış olsanız, öpücüğü yakalayabilirdiniz. Peter Pan'ın gelişine dek, onlardan daha sade, daha mutlu bir aile yoktu.
Bayan Darling, Peter'in varlığından, çocuklarının düşüncelerini derleyip toparlarken haberdar olmuştu ilk kez. Çocuklar uyuduktan sonra onların düşüncelerini altüst edip, gün boyu oradan oraya dolaşan bir yığın şeyi tekrar gereken yerlere yerleştirerek bunları ertesi sabaha hazırlamak, iyi annelerin her geceki alışkanlığıdır. Uyanık kalabilseydiniz(ama kalamazsınız elbet), kendi annenizin de böyle yaptığını görür ve onu seyretmeyi çok ilginç bulurdunuz. Bu iş çekmeceleri derleyip toparlamaya çok benzer. Öyle sanırım ki, annenizin diz çökerek keyifle kafanızın içini karıştırdığını, bazı şeylerin üstünde durup bunları nereden bulduğunuzu merak ettiğini, hoşuna giden ve gitmeyen düşünceler keşfettiğini, birini tatlı bir kedi yavrusuymuş gibi yanağına bastırırken, bir başkasını alelacele gözden uzak bir yere sakladığını görecektiniz. Sabah uyandığınızda, gece yatağa sizinle birlikte giren yaramazlıklar ve kötü duygular dürülüp bükülüp zihninizin dibine yerleştirilmiş, güzelce havalandırılıp sizin için hazırlanmış olan hoş düşünceler ise en üste yayılmış olur.
İnsan zihninin haritasını hiç gördünüz mü, bilmem. Doktorlar kimi zaman diğer vücut bölümlerinizin haritalarını çizerler ve insanın kendi vücut haritası çok ilginç olabilir. Ama, doktorları bir de çocuk zihninin haritasını çizmeye çalışırken yakalayın. Çocuk zihni yalnızca karışık olmakla kalmaz, aynı zamanda sürekli oradan oraya dolaşıp durur. Üzerinde, tıpkı ateşinizi gösteren grafikteki gibi zikzak yapan çizgiler vardır ve bunlar herhalde adadaki yollardır; çünkü sağa sola saçılmış şaşırtıcı renkleri, mercan kayalıkları, hızlı gemileri, vahşi yerlileri, ıssız inleri, çoğu terzi olan cüceleri, içlerinden bir ırmak geçen mağaraları, altı ağabeyi olan prensleri, hızla çökmekte olan kulübesi ve çengel burunlu minicik yaşlı hanımıyla, Düşler Ülkesi hemen hemen her zaman bir adadır. Hepsi bu kadarla kalsaydı, çok basit bir harita olurdu; ama okulun ilk günü, din, babalar, yuvarlak havuz, dikiş-nakış, cinayetler,
darağaçları, ismin e hali, kakaolu muhallebi günü, pantolon askısı takmak, doksan dokuz demek, dişini kendin çekmen için üç peni ve buna benzer başka şeyler de var. Bunlar ya adanın bölümleri ya da içini gösteren başka bir haritadır ve hiçbir şey hareketsiz durmadığından, hepsi epeyce kafa karıştırıcıdır.
Düşler Ülkeleri birbirinden çok farklıdır elbette. Örneğin, John'unkinde, üzerinde flamingoların uçtuğu ve John'un da bu kuşları avladığı bir göl varken, çok küçük olan Michael'ınkinde, üzerinde göller uçan bir flamingo vardı. John, kumların üzerinde ters çevrilmiş bir kayığın içinde, Michael bir kızılderili çadırında, Wendy de birbirine tutturulmuş yapraklardan yapılmış bir evde yaşıyordu. John'un hiç arkadaşı yoktu; Michael'ın geceleri arkadaşları oluyordu; Wendy'nin de ailesi tarafından terk edilmiş evcil bir kurt yavrusu vardı. Ama, Düşler Ülkeleri genel olarak bir ailenin bireyleri gibi benzerlikler taşırlar. Bunlar kıpırdamadan yan yana dursalardı, burun vs bakımından birbirine benzediklerini görebilirdiniz. Oyun oynayan çocuklar, sepetten yapılma teknelerini durmadan bu büyülü kıyıların kumsallarına çekerler. Bir zamanlar bizler de orada bulunduk; artık o kıyılara ayak basmayacak olsak da, dalgaların sesi hâlâ kulaklarımızda.
Düşler Ülkesi, bütün sevimli adaların en iyi düzenlenmiş, en derli toplu olanıdır. Burası bir serüvenle diğeri arasında sıkıcı uzaklıklar olan, geniş ve gelişigüzel yayılmış bir yer değildir; her şey güzelce toparlanmıştır. Gündüzleri iskemle ve masa örtüleriyle oyunda Düşler Ülkesi'ni canlandırırken, en ufak bir korkunuz olmaz. Ama uykuya dalmanızdan birkaç dakika önce, orası gerçeğe dönüşmeye başlar. Gece lambaları bu yüzden vardır.
Bayan Darling, çocuklarının düşüncelerine yaptığı yolculuklar sırasında zaman zaman anlayamadığı şeylerle karşılaşırdı. Bunların en anlaşılmazı da Peter adıydı. Kendisi Peter diye birini tanımıyordu, ancak John ile Michael'ın zihinlerinin ötesinde berisinde Peter vardı. Wendy'nin kafası ise baştan aşağı Peter'la dolmaya başlamıştı. Bu isim, diğer sözcüklerin hepsinden daha koyu harflerle yazılmıştı. Bayan Darling ona bakarken, ismin garip bir şekilde kendini beğenmiş göründüğü hissine kapılıyordu.
'Evet, biraz kendini beğenmiş biridir,' diye itiraf etmişti Wendy, üzülerek.
Annesi onu sorguya çekmekteydi.
'Peki, kim bu canım?'
'Bilirsin anne, Peter Pan işte.'
Önce bilememişti Bayan Darling; ama çocukluğunu düşününce, perilerle birlikte yaşadığı söylenen bir Peter Pan gelmişti aklına. Bu çocukla ilgili tuhaf öyküler vardı. Çocuklar ölünce, giderken korkmasınlar diye yolun bir kısmında onlara eşlik ettiği söylenirdi örneğin. O zamanlar ona inanırdı, ama artık evli barklı aklı başında bir kadın olarak, böyle bir kişinin varlığı hakkında epeyce kuşkuluydu.
'Ayrıca,' dedi Wendy'ye, 'bu zamana dek büyümüş olurdu.' Wendy kendinden emin bir şekilde, 'A, hayır, büyümedi,' diye annesine güvence verdi, 'üstelik tam benim kadar.' Peter'in hem akıl hem de beden bakımından kendisine denk olduğunu anlatmak istemişti. Bunu nereden bildiğini bilmiyordu; yalnızca biliyordu işte.
Bayan Darling, Bay Darling'e danıştı, ama o ciddiye almayıp gülümsedi. 'Sen beni dinle,' dedi, 'bu saçmalıkları çocukların kafasına Nana sokuyor; ancak bir köpeğin sahip olabileceği türden fikirler bunlar. Üstünde durma, geçer.'
Ama geçmeyecekti; baş belası oğlan, çok geçmeden Bayan Darling'i fena halde sarstı.
En garip serüvenleri çocuklar yaşar ve bunlardan hiç de rahatsızlık duymazlar. Örneğin, koruda dolaşırken ölmüş babalarına rastlayıp onunla oyun oynadıklarından söz etmek, olaydan bir hafta sonra akıllarına gelebilir. Wendy de bir sabah böyle sıradan, ama huzur bozucu bir açıklama yaptı. Çocuk odasında, yerde birtakım yapraklar bulunmuştu; oysa çocuklar yattığı zaman bunlar kesinlikle yoktu. Bayan Darling yapraklara kafa yorarken, Wendy hoşgörüyle gülümseyerek şöyle dedi:
'Sanırım yine bizim Peter'dır!'
Düşler Ülkesi
'Sen ne demek istiyorsun Wendy?'
Wendy içini çekerek, 'Bunları süpürmemesi çok ayıp,' dedi. O düzenli bir çocuktu. Sonra da işin aslını açıklayarak, Peter'in geceleyin ara sıra çocuk odasına geldiğini, yatağının ayakucuna oturup ona gayda çaldığını söyledi. Ne yazık ki, hiç uyanmamış olduğu için bunu nereden bildiğini bilmiyordu, yalnızca biliyordu işte.
'Neler saçmalıyorsun bir tanem? Kapıyı çalmadan kimse eve giremez.'
'Sanırım o pencereden giriyor,' dedi Wendy.
'Hayatım, oda üçüncü katta.'
'Pencerenin dibinde yapraklar yok muydu anne?'
Bu doğruydu; yapraklar pencereye çok yakın bir yerde bulunmuştu.
Bayan Darling ne düşüneceğini bilemedi. Bütün bunlar Wendy'ye o kadar doğal görünüyordu ki, düş görmüş olduğunu söylemekle bu işi çocuğun aklından silemezdiniz.
'Yavrum,' diye haykırdı anne, 'neden bunları bana daha önce anlatmadın?'
'Unuttum,' dedi Wendy ilgisizce. Kahvaltı için acele ediyordu.
Wendy mutlaka düş görmüş olmalıydı. Öte yandan, yapraklar hâlâ oradaydı. Bayan Darling yaprakları dikkatle inceledi; bunlar kuru yapraklardı, ama İngiltere'de yetişen bir ağaca ait olmadıklarından emindi. Eline bir mum alıp yerde emekleyerek, etrafta yabancı ayak izleri aradı. Ateşi karıştırdığı çubuğu birkaç kez bacaya ve duvarlara vurdu. Pencereden bir ip uzatıp, aşağıdaki kaldırıma kadar sarkıttı. Yükseklik dokuz metreden fazlaydı ve yukarı tırmanacak bir oluk bile yoktu.
Wendy kesinlikle düş görmüştü.
Ne var ki, ertesi gece görüleceği gibi, Wendy düş görmemişti. Çocukların olağanüstü serüvenlerinin o gece başlamış olduğunu söyleyebiliriz.
Sözünü ettiğimiz gece, çocukların hepsi yatmıştı. Tesadüfen Nana'nın izin günü olduğu için, çocukları Bayan Darling yıkamış ve elini bırakıp, birer birer uykunun kollarına kaymalarına dek, onlara şarkı söylemişti.
Hepsi de öylesine rahat ve güven altında görünüyorlardı ki, o anda Bayan Darling korkularına güldü ve dikiş dikmek üzere huzur içinde şöminenin önüne oturdu.
Doğum gününde gömlek giymeye başlayacak olan Michael için bir şeyler dikiyordu. Ne var ki, şömine sıcacıktı, üç gece lambası çocuk odasına loş bir ışık yayıyordu ve Bayan Darling'in kucağına dikişler yayılmıştı. Derken başı zarif bir şekilde öne düştü. Bayan Darling uyumuştu. Şu dörtlüye bir bakın: Orada Wendy ile Michael, burada John, ateşin yanında da Bayan Darling. Dördüncü bir gece lambası olmalıydı.
Bayan Darling uyurken bir düş gördü. Düşünde Düşler Ülkesi'ne iyice yaklaşıyor ve oradan garip bir oğlanın fırladığını görüyordu. Ondan korkmadı, çünkü onu daha önce, hiç çocuğu olmayan birçok kadının
yüzünde görmüş olduğunu sanıyordu. Bu çocuğa, bazı annelerin yüzünde de rastlanabilir. Düşünde, çocuk Düşler Ülkesi'ni gözlerden gizleyen ince örtüyü yarınca, Wendy, John ve Michael'ın yarıktan baktığını gördü Bayan Darling.
Bu düş tek başına bir şey ifade etmezdi, ama Bayan Darling düş görmekte iken, çocuk odasının penceresi bir esintiyle açıldı ve içeriye bir çocuk atladı. Çocuğun yanında, yumruğunuzdan büyük olmayan ve canlı bir yaratıkmış gibi odada oradan oraya ok gibi fırlayan garip bir ışık vardı; sanırım, Bayan Darling'i uyandıran da bu ışıktı.
Bir çığlık kopararak yerinden fırlayan Bayan Darling, oğlanı görünce, nasılsa onun Peter Pan olduğunu hemen anladı. Siz, ben ya da Wendy orada olsaydık, bu çocuğun Bayan Darling'in öpücüğüne çok benzediğini görecektik. Yapraklar ve ağaçlardan sızan özsulardan yapılma bir giysi giymiş güzel bir çocuktu; ama en büyüleyici tarafı, bütün süt dişlerinin hâlâ ağzında olmasıydı. Bayan Darling'in yetişkin biri olduğunu görünce, kadının yüzüne karşı o minik incilerini gıcırdattı.
Bayan Darling'in çığlığı üzerine, kapı sanki zile basılmış gibi, açıldı ve akşam gezisinden dönen Nana içeri girdi. Köpek hırlayarak çocuğun üzerine atılınca, çocuk pencereden atlayıverdi. Bayan Darling bu kez de çocuğa üzüldüğü için bir çığlık attı, çünkü onun öldüğünü sanmıştı. Hemen aşağıya inip, minik cesedi aramak üzere sokağa fırladı; ama ceset yoktu. Gökyüzüne baktı, kapkara gecede hiçbir şey göremedi; ama bir yıldız kaydığını sandı.
Bayan Darling çocuk odasına döndüğünde, Nana'nın ağzında bir şey gördü. Sonradan bunun o çocuğun gölgesi olduğu anlaşılacaktı. Çocuk pencereye zıplarken, Nana onu kıstırmak için çabucak pencereyi kapatmış, ama çok geç kalmıştı. Çocuğun gölgesi ise dışarıya çıkacak zaman bulamamış, hızla kapanan pencere onu sahibinden ayırmıştı.
Bayan Darling'in gölgeyi dikkatle incelediğinden emin olabilirsiniz; ne var ki bu hayli sıradan bir gölgeydi.
Nana gölgeyi ne yapacağını çok iyi biliyordu. Onu pencerenin dışına astı. 'Mutlaka bunu almaya gelecek; en iyisi, çocukları rahatsız etmeden
kolayca alabileceği bir yere koyalım,' demek istiyordu.
Ne var ki, Bayan Darling gölgeyi orada bırakamazdı. Gölge pencerenin dışına asılmış bir çamaşır gibi duruyor ve evin hava-sini bozuyordu. Onu Bay Darling'e göstermeyi düşündü, ama zihnini açık tutmak için kafasına ıslak bir havlu sarmış olan Bay Darling, John ve Michael için kışlık palto hesabı yapmaktaydı. Onu rahatsız etmek ayıp olacaktı; ayrıca, kocasının ne diyeceğini aynen biliyordu Bayan Darling: 'Bütün bunlar köpeği dadı yerine koymaktan oluyor.'
Kocasına anlatacak uygun bir fırsat düşünceye kadar, gölgeyi dürüp büküp bir çekmeceye kaldırmaya karar verdi.
Bu fırsat bir hafta sonra, o unutulmaz cuma gününde düştü. Tabii ki bir cuma günüydü.
Sonraları kocasına sık sık, 'Bir cuma gününde özellikle dikkatli olmalıydım,' derdi Bayan Darling. Bu arada, öbür yanında Nana oturur ve Bayan Darling'in elini tutardı.
Bay Darling ise, 'Hayır, hayır,' derdi hep, 'her şeyin sorumlusu benim. Ben, George Darling, bunu yapan benim. Mea culpa, mea culpa.
27 numaralı ev yalnızca birkaç metre uzaktaydı; ama yerde ince bir kar tabakası olduğundan, Anne ve Baba, ayakkabılarını kirletmemek için dikkatle adım atıyorlardı. Zaten sokakta ikisinden başka kimse yoktu ve bütün yıldızlar onları gözlüyordu. Yıldızlar güzeldir, ama hiçbir olayda etkin rol alamazlar; onlar sonsuza dek seyirci kalmalıdır. Çok uzun bir süre önce yaptıkları, şimdi ise hiçbirinin ne olduğunu bilmediği bir şey yüzünden onlara verilmiş bir cezadır bu. O nedenle yaşlı yıldızların gözleri donuklaşmış, kırk yılda bir konuşur olmuşlardır(yıldız dili, göz kırpmadır). Ama genç olanlar hâlâ meraklıdır. Arkalarından dolap çeviren ve üfleyip onları söndürmeye çalışarak yaramazlık eden Peter'ı pek sevmeseler de, eğlenceye bayıldıkları için o gece Peter'in tarafını tutuyor ve büyüklerin yoldan çekilmesini dört gözle bekliyorlardı. Böylece, 27 numaranın kapısı Bay ve Bayan Darling'in üzerine kapanır kapanmaz, gök kubbede bir çalkalanma oldu ve Samanyolu'ndaki yıldızların en küçüğü bas bas bağırdı:
'Haydi Peter!'
Bay ve Bayan Darling'in evden ayrılmasından sonra, üç çocuğun yataklarının yanıbaşlarındaki gece lambaları bir an için düzgün bir şekilde yanmaya devam etti. Bunlar son derece şirin, küçük gece lambalarıydı, insan Peter'ı görmek için uyanık kalabilmiş olmalarını dilemekten kendini alamıyor; ne var ki Wendy'nin ışığı göz kırparak öyle bir esnedi ki, diğer ikisini de esnetti ve henüz ağızlarını kapatamadan üçü de sönüverdi.
Şimdi odada gece lambalarından bin kat daha parlak başka bir ışık vardı ve biz bu cümleyi söyleyinceye dek, ışık Peter'in gölgesini aramak için çocuk odasındaki bütün çekmecelere girip çıkmış, gardırobu altüst etmiş, bütün cepleri tersine çevirmişti. Aslında bir ışık değildi o; etrafta yıldırım gibi gidip gelmesiyle oluşturuyordu bu ışığı. Fakat bir an mola verdiği zaman, elinizden daha büyük olmayan, henüz büyüme çağındaki bir peri olduğunu görüyordunuz, içinden vücudu görünen ince bir yapraktan yapılmış zarif bir tuvalet giyen bu kızın adı Çıngırdak'tı. Birazcık tombişti.
Perinin girmesinden hemen sonra, küçük yıldızların üflemesiyle açılan pencereden Peter damladı içeriye. Yolun bir bölümünde Çıngırdak'ı taşımış olduğu için, eline peri tozu bulaşmıştı. Çocukların uyuduğundan emin olduktan sonra, yavaşça 'Çıngırdak,' diye seslendi, 'Çıngırdak, neredesin?' Peri, o sırada bir kavanozun içindeydi ve daha önce hiç kavanoza girmemiş olduğu için, bundan pek hoşlanmıştı.
'Hey, çık şu kavanozdan da söyle bakalım, gölgemi nereye koyduklarını biliyor musun?'
Altın çıngırakların sesi gibi, çok tatlı bir çıngırtı yanıtladı Peter'ı. Bu, peri dilidir. Siz sıradan çocuklar bunu asla duyamazsınız; ama duyacak olsaydınız, bir zamanlar duymuş olduğunuzu anlardınız.
Çıngırdak, gölgenin büyük kutunun içinde olduğunu söyledi. Şifoniyer demek istiyordu. Çekmecelere dalan Peter, kralların halka para saçması gibi, çekmecelerin içindekileri yere saçtı. Biraz sonra gölgesine kavuşmuştu. O sevinçle, Çıngırdak'ı çekmeceye kapattığını unutuverdi.
Peter'in düşüncesi -ama onun düşündüğüne hiç inanmıyorum- gölgesiyle yan yana geldikleri zaman, iki su damlası gibi birbirine kaynaşacaktan olmalıydı ki, beklediği gerçekleşmeyince yüreğine bir korku düştü. Banyodan aldığı sabunla gölgeyi üzerine yapıştırmaya çalıştı; ne var ki bu da işe yaramadı. Vücudundan bir ürperti geçti ve yere oturup ağlamaya başladı.
Peter'in hıçkırıkları Wendy'yi uyandırmıştı. Küçük kız yatağında doğrulup oturdu. Çocuk odasında yere oturmuş ağlayan bir yabancıyla karşılaşmak onu korkutmamış, yalnızca ilgisini çekmişti.
Kibarca , 'Niye ağlıyorsun, küçük?' diye sordu.
Peri törenlerindeki gösterişli usulleri öğrenmiş olan Peter da isterse son derece kibar olabilirdi. Ayağa kalkarak, kızın önünde kibarca eğildi. Wendy çok memnun olmuştu. O da yatağında zarif bir şekilde başını eğerek, Peter'ı selamladı.
'Senin adın ne?' diye sordu Peter.
Küçük kız, belli bir haz duyarak, 'Wendy Moira Angela Darling,' dedi. 'Senin adın ne peki?'
'Peter Pan.'
Wendy, çocuğun Peter olması gerektiğinden emindi zaten; ama bu nispeten kısa bir isim gibi görünmüştü ona.
'Hepsi bu kadarcık mı?'
'Evet,' dedi Peter, biraz sertçe. Kısa sayılacak bir adı olduğunu ilk kez fark ediyordu.
Wendy Moira Angela, 'Çok üzgünüm,' dedi.
'Önemli değil.' Peter yutkundu.
Wendy, nerede oturduğunu sordu Peter'a.
'Sağdan ikinci sokağa gir' dedi Peter, 'sabaha dek dümdüz git-'
'Ne garip bir adres!'
Peter bozum olmuştu. Bunun garip bir adres olabileceğini ilk kez fark ediyordu.
'Hiç de değil,' dedi.
Wendy, ev sahibesi olduğunu anımsayarak, nazik bir tavırla sordu:
'Demek istiyorum ki, mektupların üstüne bu adres mi yazılıyor?'
Peter kızın mektuplardan söz etmemiş olmasını isterdi.
'Ben mektup almam,' dedi, küçümseyerek.
'Ama annene mektup gelir, değil mi?'
'Benim annem yok.' Annesi olmadığı gibi, bir anneye sahip olmak için en ufak bir arzusu da yoktu. Annelerin gereğinden fazla önemsendiğini düşünürdü. Ne var ki, Wendy hemen çok acıklı bir durumla karşı karşıya olduğunu hissetmişti.
'Ah Peter, ağlarsın elbet,' diyerek, yataktan fırlayıp Peter'a koştu.
Peter öfkeyle, 'Annelere ağlamıyordum ben.' dedi. Ağlıyordum, çünkü gölgemi üstüme yapıştıramıyorum. Ayrıca, ağlamadım zaten.'
'Gölgen söküldü mü?'
'Evet.'
O zaman, Wendy yerdeki gölgeyi fark etti. Gölge o kadar perişan görünüyordu ki, küçük kız Peter'a çok acıdı. 'Ne korkunç!' dedi, ama Peter'in onu sabunla üstüne yapıştırmaya çalışmış olduğunu görünce, gülümsemekten kendini alamadı. Tam bir erkek çocuk!
Bereket versin, ne yapılacağını hemen anlamıştı Wendy. Bir parça büyüklük taslayarak, 'Üstüne dikilmesi gerekiyor,' dedi.
'Dikilmesi mi? O da ne?' diye sordu Peter.
'Amma da cahilsin.'
'Hayır, değilim.'
Ne var ki, Wendy oğlanın bilgisizliğine seviniyordu. Peter kendisiyle aynı boyda olmasına karşın, 'Onu senin için dikeceğim minik oğlum,' dedi ve dikiş kutusunu çıkarıp, gölgeyi Peter'in ayağına dikti. Bu arada, Peter'ı uyardı: 'Sanırım biraz acıyacak.'
'Hıh, ağlamayacağım ki!' Hayatı boyunca zaten hiç ağlamamış olduğu kanısındaydı Peter. Dişlerini sıktı ve ağlamadı. Çok geçmeden, gölgesi gerektiği gibi hareket etmeye başladı; ama hâlâ biraz buruşuktu.
Wendy düşünceli bir şekilde, 'Belki de ütülemeliydim,' dedi. Ama dış görünüş konusunda erkek çocuklara özgü bir kayıtsızlık içinde olan Peter, coşkuyla etrafta hoplayıp zıplıyordu şimdi. Yazık ki, mutluluğunu Wendy'ye borçlu olduğunu çoktan unutmuştu; gölgeyi kendisinin tutturduğunu düşünmekteydi. 'Ne kadar akıllıyım,' diyerek delicesine ötüyordu. 'Ah, aklımı seveyim!'
Peter'in en dikkat çekici özelliklerinden birinin kendini beğenmişlik olduğunu utanarak itiraf etmek zorundayız. Açıkça söylemek gerekirse, onun kadar kibirli bir çocuk yoktur.
Ama Wendy şaşırıp kalmıştı. Müthiş bir alaycılıkla, 'Kendini beğenmiş, ne olacak, ben bir şey yapmadım tabii!' diye bağırdı.
Kayıtsızca, 'Birazcık yaptın işte,' diyen Peter, dansına devam etti.
'Birazcık ha!' Bir işe yaramıyorsam, çekileyim bari'. Wendy, en onurlu haliyle yatağına atlayıp, battaniyeyi yüzüne çekti.
Peter kızı kandırıp harekete geçirmek için, gider gibi yaptı; bundan sonuç alamayınca, yatağın ayakucuna oturdu ve ayağıyla kıza hafifçe vurdu.
'Çekilme Wendy. Kendimden hoşnut olduğum zaman, böbürlenmeden duramıyorum ben.' Can kulağıyla dinlemesine karşın, Wendy hâlâ kıpırdamıyordu. Bu kez Peter, henüz hiçbir kadının karşı koyamamış olduğu bir sesle, 'Wendy,' diyerek devam etti, 'Wendy, bir kız yirmi oğlandan daha yararlıdır.'
O anda vücudunun her karışıyla -karışlanacak fazla yeri olmasa da bir kadına dönüşen Wendy, örtülerin arasından göründü.
'Gerçekten böyle mi düşünüyorsun Peter?
'Evet.'
'Çok naziksin, öyleyse ben de yeniden kalkarım.'
Peter'la birlikte yatağın kenarına oturdular. Wendy, isterse ona bir öpücük de verebileceğini söyledi, ama Peter kızın ne demek istediğini anlamadığı için, ümitle elini uzattı.
Wendy afallamıştı. 'Öpücüğün ne olduğunu bilirsin mutlaka, değil mi?' diye sordu.
Peter ise ciddi bir tavırla, 'Verdiğin zaman öğreneceğim,' diye yanıtladı. Wendy de çocuğun duygularını incitmemek için, ona bir dikiş yüksüğü verdi.
'Şimdi,' dedi Peter, 'ben de sana bir öpücük vereyim mi?' Belli belirsiz bir resmiyetle, İstersen,' diye yanıt veren Wendy, yüzünü Peter'a doğru eğdi. Peter ise kızın avcuna meşe palamudundan bir düğme bıraktı. Wendy, yüzünü yavaşça geriye çekip eski durumuna döndü ve Peter'in öpücüğünü boynundaki zincire takacağını söyledi kibarca. Onu o zincire takması iyi oldu, çünkü düğme daha sonra kızın hayatını kurtaracaktı.
Bizim çevrede, insanlar tanıştırıldıkları zaman birbirlerine yaşlarını sormaları âdettendir. Her zaman doğru olanı yapmaktan hoşlanan Wendy, o yüzden Peter'a kaç yaşında olduğunu sordu. Aslında ona sorulacak isabetli bir soru değildi bu. Siz İngiltere Krallarının sorulmasını beklerken, gramer sorusu çıkan bir sınav kâğıdı gibiydi.
Peter huzursuzca, 'Bilmiyorum,' diye yanıt verdi, 'ama bir hayli küçüğüm.' Gerçekten de bu konuda hiçbir şey bilmiyordu, yalnızca tahminleri vardı; rastgele söyledi: 'Wendy, ben doğduğum gün kaçtım.'
Wendy çok şaşırmış, ama merak da etmişti. Oturma odası usulünce,
geceliğine hafifçe dokunarak, Peter'in yanma oturabileceğini belirtti.
Peter alçak sesle, 'Çünkü annemle babamın, büyüyünce benim ne olacağım hakkında konuştuklarını duydum,' diye açıklama yaptı. O anda fazlasıyla heyecanlanmıştı. 'Büyümek istemiyorum,' dedi hırsla, 'daima küçük bir çocuk olarak kalmak ve eğlenmek istiyorum. Bu yüzden, ben de Kensington Bahçeleri'ne kaçtım ve uzun süre perilerin arasında yaşadım.'
Wendy ona büyük bir hayranlıkla baktı. Peter bunu evden kaçmış olmasına yormuştu, ama aslında kızın hayranlığının nedeni Peter'in perileri tanımasıydı. Wendy tam bir ev hayatı yaşadığından, perileri tanımak ona çok etkileyici gelmişti. Peter ise, Wendy'nin kendisini periler hakkında soru yağmuruna tutmasına çok şaşırmıştı. Ona göre, periler baş belası sayılırdı. Ayağına dolaşıp canını sıkarlar, Peter da bazen onları pataklamak zorunda kalırdı. Yine de, genellikle severdi perileri. Wendy'ye perilerin doğuşunu anlattı:
'Bak Wendy, ilk doğan bebek ilk kez güldüğünde, gülüşü kırılıp bin parçaya bölünmüş ve hepsi zıplaya zıplaya etrafa dağılıp gitmiş. Periler böyle doğmuş işte.'
Sıkıcı bir konuşmaydı, ama hep evde oturan bir çocuk olan kızcağız bundan hoşlanmıştı.
'Ve bu nedenle,' diye devam etti Peter, iyi huylu bir halde, 'her kız ve erkek çocuğun bir perisi olmalıdır.'
'Olmalı mı? Yok mu yani?'
'Yok. Şimdiki çocuklar çok şey biliyor ve çok geçmeden perilere inanmaz oluyorlar. Ne zaman bir çocuk "Perilere inanmam," dese, bir yerlerde bir peri düşüp ölür.'
Peter, artık periler hakkında yeterince konuşmuş olduklarını düşünüyordu ki, Çıngırdak 'tan hiç ses çıkmadığını akıl etti birden. 'Nereye gitti acaba?' diyerek ayağa kalktı ve periye adıyla seslendi. Wendy'nin yüreği ani bir heyecanla katlanıvermişti.
'Peter,' diye haykırdı, oğlanın koluna yapışarak, 'bu odada bir peri olduğunu söylemiyorsun ya?'
'Şimdi buradaydı,' dedi Peter, biraz sabırsızca. 'Onu duyuyor musun?' ikisi de çevreye kulak verdi.
'Duyduğum tek ses,' dedi Wendy, 'çıngırak seslerine benzeyen bir çıngırtı.'
Tamam, bu o. Duyduğun ses peri dilidir. Sanırım ben de duyuyorum onu.'
Ses şifonyerden geliyordu. Peter'in yüzü güldü. Kimse onun kadar şen görünemezdi. Onun gülüşü, bebek agularının en tatlısıydı, çünkü hâlâ ilk gülüşünü koruyordu.
'Wendy,' diye fısıldadı neşeyle, 'sanırım onu çekmeceye kapattım!'
Peter zavallı periyi çekmeceden çıkarınca, Çıngırdak öfkeli çığlıklar atarak, çocuk odasında oradan oraya uçtu. 'Böyle şeyler söylememelisin,' dedi Peter. 'Elbette çok üzgünüm, ama senin çekmecede olduğunu nereden bilebilirdim?'
Wendy Peter'ı dinlemiyordu. 'Ah Peter,' diye haykırdı, 'kıpırdamadan dursa da, onu görebilsem!'
Peter, 'Bunlar kıpırdamadan durmaz pek,' dediyse de, Wendy guguklu saatin tepesinde dinlenmeye gelen düşsel figürü bir an için görmüştü. Hayranlık içinde, 'Ah ne güzel!' diye bağırdı; oysa perinin yüzü hâlâ hırsından allak bullak durumdaydı.
'Çıngırdak,' dedi Peter dostça, 'bu küçük hanım onun perisi olmanı istiyor.'
Çıngırdak küstahça yanıt verdi.
'Ne diyor Peter?'
Peter'in çevirmenlik yapması gerekecekti. 'Pek kibar değildir bu peri. Diyor ki, sen koskoca, çirkin bir kızmışsın; hem o benim perimmiş.'
Çıngırdak'la tartışmayı denedi Peter. 'Biliyorsun, benim perim olamazsın Çıngırdak, çünkü ben erkeğim, sen kızsın.'
Çıngırdak buna şu sözlerle yanıt verdi: 'Seni aptal eşek!' Sonra da banyoya kaçıp gözden kayboldu. Peter özür dilemesine, 'Biraz kaba bir peridir,' diye açıklama yaptı. 'Kap kacak onardığı için ona Tamirci Çıngırdak denir.'
Simdi ikisi birlikte kanepedeydi ve Wendy Peter'a sorular yağdırıyordu.
'Artık Kensington Bahçeleri'nde oturmuyorsan...'
'Ara sıra oturuyorum hâlâ.'
'Peki, çoğunlukla nerede oturuyorsun şimdi?'
'Kayıp çocukların yanında.'
'Onlar da kim?'
'Dadıları başka tarafa bakarken bebek arabalarından düşen çocuklar.
Yedi gün içinde sahip çıkan olmazsa, masraflarının karşılanması için çok uzaklara, Düşler Ülke 'sine gönderilirler. Başkanları da benim.'
'Ne zevklidir kim bilir!'
'Evet,' dedi kurnaz Peter, 'ama çok yalnızız. Yani, hiç kız arkadaşımız yok.'
'Aranızda hiç kız yok mu?'
'Yok. Kızlar bebek arabalarından düşmeyecek kadar akıllıdır bilirsin.'
Bu sözler Wendy'nin gururunu fazlasıyla okşamıştı. 'Kızlar hakkında böyle konuşman çok hoş,' dedi. 'Şu John var ya, bizleri adam yerine koymaz hiç.'
Peter, yanıt vermek yerine ayağa kalktı ve John'a bir tekme savurduğu gibi, oğlanı battaniyesiyle birlikte olduğu gibi yataktan aşağıya yuvarladı. Bu davranış, ilk karşılaşma için bir hayli cüretkâr görünmüştü Wendy'ye. Cesur bir tavırla, o evde Peter'in başkan olmadığını söyledi. Bu arada, John yerde uyumaya devam ediyordu. Öyle huzurluydu ki, Wendy ona dokunmadı. Yumuşayarak, 'İyilik olsun diye yaptığını biliyorum,' dedi Peter'a, 'öyleyse bana bir öpücük verebilirsin.'
O anda Peter'in öpücük konusundaki bilgisizliğini unutmuştu. Peter buruk bir şekilde, 'Geri isteyeceğini tahmin etmiştim,' diyerek, yüksüğü uzattı.
'Hay Allah,' dedi hassas Wendy; 'öpücük demek istemedim, yüksük diyorum.'
'O da ne?'
'İşte böyle bir şey.' Wendy Peter'ı öptü.
'Garip!' dedi Peter, ciddi bir tavırla. 'Şimdi de ben sana bir yüksük vereyim mi?'
'İstersen,' diyen Wendy, bu kez başını eğmedi.
Peter kızı öper öpmez, Wendy acıyla bağırdı.
'Ne oldu Wendy?'
'Sanki birisi saçımı çekti.'
'Çıngırdak olmalı. Bu kadar yaramaz olduğunu hiç bilmezdim.'
Gerçekten de, Çıngırdak hakaretler savurarak, etrafta yine cirit atıyordu.
'Diyor ki, sana her yüksük verişimde bunu yapacakmış.' 'Ama niçin?'
'Niçin Çıngırdak?'
Çıngırdak yine, 'Seni aptal eşek,' dedi. Peter bunun nedenini anlamadı, ama Wendy anlamıştı ve Peter çocuk odasının penceresine Wendy'yi görmek için değil, masal dinlemek için geldiğini itiraf edince, Wendy birazcık düş kırıklığına uğradı.
'Ben hiç masal bilmem,' dedi Peter. 'Kayıp çocukların hiçbiri masal bilmez.'
'Ne kadar korkunç.'
'Bilir misin, kırlangıçlar niye evlerin saçaklarına yuva yaparlar? Masal dinlemek için. Ah Wendy, annen size ne güzel bir masal anlatıyordu.'
'Hangi masaldı o?'
'Cam ayakkabı giyen kızı arayan bir prensle ilgiliydi.'
'Peter,' dedi Wendy heyecanla, 'o kız Külkedisi'ydi, prens onu buldu ve mutlu bir yaşam sürdüler.'
O sırada yerde oturmaktaydılar. Peter büyük bir mutlulukla kalkıp pencereye koştu. 'Nereye gidiyorsun?' diye bağırdı Wendy korkuyla.
'Öbür çocuklara anlatmaya.'
Wendy, 'Gitme Peter,' diye yalvardı. 'Bir sürü masal biliyorum ben.'
Wendy tastamam bunları söyledi. Bu durumda, Peter'ı önce onun ayarttığı yadsınamaz.
Geri dönen Peter'in gözlerinde açgözlü bir bakış vardı. Bu bakışın Wendy'yi uyarması gerekirdi, ama olmadı.
'Ah, çocuklara masallar anlatırdım!' diye haykırdı Wendy. O zaman Peter kızı sımsıkı tutup, pencereye doğru sürüklemeye başladı.
Wendy emretti: 'Bırak beni!'
'Wendy, benimle gel ve öbür çocuklara da anlat.'
Davet edildiğine çok memnun olmuştu elbette, ama 'Yapamam. Annemi düşün! Hem, ben uçamam ki,' dedi Wendy.
'Ben sana öğretirim.'
'Uçmak ne güzel.'
'Rüzgârın sırtına nasıl atlayacağını öğretirdim sana; sonra da ta uzaklara giderdik.'
'Oo!' diye bağırdı Wendy, delicesine.
'Wendy, Wendy, şu gülünç yatağında uyurken, benimle birlikte her yana uçabilir, yıldızlara komik şeyler anlatabilirsin.' 'Oo!'
'Ayrıca Wendy, denizkızları da var.'
'Denizkızları mı? Kuyruklu mu?'
'Hem de ne uzun kuyruklu.'
Wendy haykırdı: 'Bir denizkızı görmek ha!'
Peter, iyice kurnazlaşmıştı. 'Wendy,' dedi, 'bizim oğlanların hepsi sana saygı gösterirdi.'
Wendy sıkıntıdan kıvranıyor, sanki oturduğu yerden fırlamamak için çaba harcıyordu.
Ama Peter ona acımadı.
'Wendy,' dedi, kurnaz oğlan, 'geceleri bizi beslerdin.'
'Oo!'
'Geceleyin hiçbirimizi besleyen olmadı bugüne kadar.'
'Oo!' diyen Wendy'nin kolları Peter'a uzandı.
'Giysilerimizi onarır, bize cepler dikerdin. Hiçbirimizin cebi yok.'
Wendy nasıl karşı koyabilirdi? 'Ne kadar büyüleyici!' diye haykırdı. 'Peter, John'la Michael'a da uçmayı öğretir misin?'
Peter kayıtsız bir tavırla, 'İstersen,' deyince, Wendy, John'la Michael'a koşarak onları sarsmaya başladı. 'Uyanın,' diye bağırdı, 'Peter Pan geldi, bize uçmayı öğretecek.'
John gözlerini ovuşturup, 'Kalkayım öyleyse,' dedi. Oysa zaten yerdeydi. 'Hey, kalkmışım bile.'
O zamana kadar Michael da uyanmış, cin gibi ayağa fırlamıştı. Peter birden sessiz olmalarını işaret edince, hepsi, yetişkinler dünyasının seslerine kulak kesilen çocukların o cingöz tavrını takınıverdi. Her yer sessizdi. Öyleyse her şey yolundaydı. Hayır, durun! Bir terslik vardı. Bütün gece acı acı havlamış olan Nana'nın sesi çıkmıyordu artık. Onun sessizliği çocukların dikkatini çekmişti.
'Işığı kapatın! Çabuk saklanın!' diye haykırdı John. Bütün serüven boyunca komutayı ilk ve son kez ele almış oluyordu. Böylece, Liza Nana'nın tasmasından tutarak içeri girdiğinde, çocuk odası karanlıkta tamamen eski halinde görünmekteydi. Odanın üç afacan sakininin uyurken melekler gibi soluk alıp verişlerini işittiğinize bile yemin edebilirdiniz. Gerçekten hınzırca yapıyorlardı bunu; ama perdenin arkasından.
Mutfakta Noel tatlıları hazırlarken, Nana'nın saçma sapan kuşkuları
yüzünden işini yarım bırakan Liza öfkeliydi. Yanağına bir kuru üzüm yapışıp kalmıştı. Birazcık sessizlik sağlamanın en iyi yolunun Nana'yı bir dakikalığına çocuk odasına götürmek olduğunu düşünmüştü; ama elbette gözetim altında.
Nana'nın cezalı oluşuna hiç üzülmeden, 'Seni kuşkucu hayvan, gör işte,' dedi, 'tamamen güven içindeler, değil mi? Küçük meleklerin hepsi yataklarında mışıl mışıl uyuyorlar. Tatlı tatlı soluk alıp verişlerini dinle.'
Başarısından cesaret alan Michael o anda öyle yüksek sesle soludu ki, neredeyse yerleri keşfedilecekti. Nana bu soluma biçimini tanıdığı için, Liza'nın pençelerinden kurtulmaya çalıştı.
Ama Liza kalın kafalıydı. Sert bir sesle, 'Yetti artık Nana,' deyip, köpeği çekerek odadan çıkardı. 'Seni uyarıyorum: Bir daha havlayacak olursan dosdoğru beyle hanıma gider, onları partiden alıp gelirim. O zaman da bey seni bir temiz döver. Oh olsun!'
Liza mutsuz köpeği tekrar bağladı, ama siz Nana'nın havlamayı kestiğini mi sanıyorsunuz? Beyle hanımı partiden eve getirmek! Bu Nana'nın istediği şeydi zaten. Sorumluluğu altındaki çocuklar emniyette oldukça, dayak yemeye aldıracağını mı sanıyorsunuz? Ama ne yazık ki, Liza tatlılarına dönmüştü. Ondan fayda gelmeyeceğini anlayan Nana, zincirine öyle bir asıldı ki, sonunda koparıp attı. Bir dakika geçmeden 27 numaranın yemek odasına dalmış ve patilerini havaya kaldırmıştı bile. Bu onun en etkili iletişim yoluydu. Bay ve Bayan Darling, çocuk odasında korkunç şeyler olduğunu hemen anladılar ve ev sahibesine veda bile etmeden sokağa fırladılar.
Ne var ki üç hınzırın perde arkasında soluk alıp vermesinden bu yana on dakika geçmişti. Peter Pan on dakika içinde pek çok şey yapabilirdi.
Şimdi tekrar çocuk odasına dönelim.
Tehlike geçti,' diye haber veren John, saklandığı yerden çıktı. 'Bana bak Peter, sen gerçekten uçabilir misin?'
Peter, ona yanıt verme zahmetine katlanmak yerine, odanın içinde uçarak şömine rafının üzerinden geçti.
'Ne harika!' dediler John ve Michael.
'Ne tatlı!' diye haykırdı Wendy.
Peter ise yine terbiyeyi elden bırakarak, 'Evet, tatlıyım ben, tatlıyım!' dedi.
Uçmak son derece kolay görünüyordu. Çocuklar önce yerden, sonra da